19 Eylül 2007 Çarşamba

O'


Son bir ağustos akşamıydı. sıcak, beldenin tüm pisliklerini ortaya dökercesine yakıyor, sokaklarda iğne atsan yere düşmemecesine insan kalabalığı durmaksızın artıyordu sanki..ulaşım kilitlenmiş, gözün gördüğü her kapıda insan öbekleri zamanla yarışırcasına ürerken ayık, sarhoş, hafif, şizofren, ciddi, meşrep tüm 'insan'lar bir yerlere kapağı atma çabasındayken, bense bir barın girişinde bu hengameden kurtarabileceğim tek tabureye doğru sürükledim o.. onu..(adını boş verdim, onu betimleyeceğim sadece) bir karışı bulan beyaz şortu, kol altı mavi çantasıyla gülümserdi..hep böyle kandırırdı beni. o an gibi.

Aynı cumartesi akşamının bir kaç saat öncesinde.. defalarca tökezlemesine karşın hala işleyen ağır, paslı, kırık dökük vicdan ve de uğuldayan kulaklara değin belde merkezinin en caf caflı, ışıklı, lüks restoranındaydık..türk restoranın tek türk iki kızına kırmızı et ve şarabın eşlik etmesi de orta asyalılığımızı ele veriyordu özünde. cezaevinden kaçanlar gibi bütün parayı- tek bir akşam yemeği için harcamaktı aslında geceyi keskinleştiren, bedelini ağırlaştıran bulantı.

Bu beldeye, 'ülkenin en güzel yeridir' söylemlerine şahit ararcasına elinde sürekli yanan sigarası ve de cevabını bulamamış soru duruşlu aralık dudaklarla bakıyordu, yanımda sessizce yürürken. iradesiz ve de benliksiz.. hep böyle miydi??_ dokuz sayısına sığdırılmış bellekteki anıları taramak istemedim o an. kendini karşısındaki ilk kucağa salarken bir kez olsun mutlu olduğuna, daha doğrusu bu yönde gelen mutluluğuna bir kez olsun inandıramamıştı beni. ona karşı merhametim, beğenildiğinde sevinme zayıflığını aşamamış hallerini bağışlamaya dönüştü. ben dediği çemberin içinde birbirinden bağımsızlaştırdığı adacıklar gibiydi her er kişisi ona. aşk deneyimlerinde, ona ait konu mankeni olduğumun ayırdına varmıştı lakin hiç bilemedi benden tamamen kurtulmak mı yoksa ben merkezli mi yaşamak isteğinin ayrımını. o kendini gözden çıkarırken oynadığı rolü de abarttıkça abartıyordu sadece.

Bar tenhaydı. shot tequila edasına bürünen sek absoluteun ve de pinhaninin fonunda, bardan sahneyi izliyorduk ara ara. "e, bu mideyi yormuyormuş" söylemlerine içten gülümsedim, kendi kadehine hafifçe dokunuşlarını izlerken. ne farklı ambianslarda ne farklı kadehlere dokunduğumuzu hatırladım o an birer birer. envayi çeşit şarap şişelerinin balkonda dizelenmesi, üçüncü sınıf barlardan pet şişelerde çıkarılan tekel votkaları, bir kenarda buruşturulmuş şekilde kalmış ıslak bez kokusu hissi veren kıbrıs yapımı rakıların ve de evde kaldığımız süre boyunca dolaptan eksilmeyen teneke kutu biraların sorumlusu benim. ben hep sarhoş olmak istedim. hep uyuşmak istedim. yaratmaya çalıştığım dünyanın iskambil kağıtları edasıyla üzerimize yıkılmasından değil yalnızlığın verdiği ebediyete onu inandıramazken insan sarhoş olmalı çünkü..düş ile gerçekliğin kaosuna sürüklenmem gibi , sıfır noktasına varan herkesin bildiğini biz de biliyorduk artık, yolumuza çıkan bütün insanlar, bizi tek bir yerimizden, en zayıf yerimizden vurur: onun içindeki benden, benim içimdeki ondan!.

Hiç yorum yok: