15 Nisan 2009 Çarşamba

Başka bir zaman, başka bir hayat


Eskiden mutluluklar daha uzundu, yorgunluklar mart sonunda azalırdı yeni yıl geldi sanılırdı İzmir’de. Günün ortasında bir Salı pazarından çıktı mı insan, yüzünü kocaman bir gülümseme kaplardı kâh insan kalabalığına bakıp kâh elindeki en ince naylondan yapılmış poşetlere diyorum.

2009 Nisan’ı çok yağmurluydu ya da bu yıl en çok tenime yağmur damlası yediğim gündü 14ü. Yukardan gelen her şeyi sınıflandıran pinponlar gibiyim bazen ‘rahmet yağdı’ diye geçiriyordum içimden bedestenden kapalı otoparka koşarken lakin 2009 Nisan’ı çok yağmurluydu.

İzmir’de tüm yollar oyulmuştu sanki o gün... Sek sek oynayan çocuklar gibi yağmurdan korunmak için başında en ince naylondan yapılmış poşet ve deri mont tutan 3 ayrı hayatla basacak sert zemin arıyorduk kapalı otopark yolunda. İzmir ağlıyordu adeta. Kemeraltı, böyle bir yağmurda bol fokurtulu bir tencereyi andırıyordu bana. Sağa sola saçılan damlacıklar, çamur renginde sokaklarıyla. İzmir yağıyordu, dibek kokan bedestenden hayli uzaktık şimdi. Ve dışarıdaki arsız yağmurun sesi içimizdeki güzergâhları bastıramıyordu.

İnsan sevdikleriyle birlikteyken nereye gittiğini, ne yaptığını önemsemez. Kıbrıs Şehitlerinin ara sokaklarından birinde Tayfa vardır, Nevizadedekiler gibi. Cumbalı eski bir Rum evi, üzeri kilimle örtülmüş divanları bir de merdivenlerden çıkarken sizi karşılayan kuyruklu şahidiyle. 2009 Nisan’ında meyhanelere olan ilgi gittikçe artıyordu.

— hoş geldiniz, dedi hafif göbekli, yeni tıraşlanmış kafasıyla genç irisi garson.
Oturduğumuz masadan yüzüm garsona dönük, tam bel hizasından, arka masadaki saçları özenle taranmış, jilet gibi takım elbiseli ve karşısında en az onun kadar özenli, yaşları hayli geçkin çifte bakıyordum dikkatle. Aynı özeni kendi bedenime göremeyince utandım içten içe..

- Tavuk sote istiyorum ben.

İzmirliler aslan sütüyle oturunca sofraya çeşit çeşit otları, yeşil sebzeleri meze etmeyi severlerdi. Yoğurtlu semiz, zeytinyağlı sarmaşık, ekşili roka, haşlanmış biberler ve daha nicesi. Kuzeyden gelen konuklarımız tarafından bu mezelerin sıra dışı gelmesini normal karşılarız lakin ‘roka alabilir miyiz bir tabak’ diyen Karadenizli şaşırtır en çok bizi.

- 70’lik ne kadar acaba?

Her çıktığımda gıcırdayan basamaklı Rum evinin üst katındaydık. İçersi sıcaktı, dışarıdaysa hafif serinlik. Ya da eski Rum evi dışarıdaydı kalan yerler içeri. Bunaldı eski Rum evi. Sevdikleriyle birlikte, aynı havayı soluyan onca insan, onca uğultu, tabak çatal sesleri ölüverdi aniden. Aynı anda ortak bir hafıza ve duyguya sığınarak huzur ve mutluluk yayılıyor içime dedi içine doğru.

Tabaklar masaya yavaş yavaş gelirken, bir an için karşısındaki siluetlere baktı, konuşacaklarının ne olacağına kelimeler aracı olsa da tereddütsüzdü yaşayacağı doygunluktan.

Dört yıl öncenin, günümüze nazaran daha yağmurlu nisanlarına dahi vücut ısısı bu derece artmamış olan, bugünün hayata daha umutsuz bakan, balık hafızalı insanı, bu yazıyı, yazının içine kendini bulan, benim ben olmama katkısı olanlara, yazıdaki mekân itibariyle İzmir’e, dört yıl öncesi ve şimdinin dost bildiklerime ithaf edecektir diye düşünüyorum.


1 yorum:

amelie dedi ki...

ee be tayfanın esmer dilberi
insan bi not düşmez mi bu bana ait die...kolay tabi öle bi link fırlatıp uçup gitmek:)
kalemine sağlık denir di mi bir de burda...o güsel yüreğine de tabi...
teşekkür de etmem gerek son olarak canı yürekten:)
poşetli kafadan sevgiler ...