11 Eylül 2011 Pazar

Ne güzel yersin sen İstanbul

Ben İstanbullu değilim sonradan İstanbul'u sevenlerdenim. Üniversite yıllarındaydı ilk gidişim. İstanbul'a ilk gelen biri için Ümraniye her ne kadar doğru bir seçim olmasa da o yaşların heyecanıyla gerçekten güzel gelmişti gördüğüm herşey. 20'li yaşların başında sonraki her İstanbul kaçamağı bana macera olmuştu bi nevi. Moda, İstiklal..Beşiktaş çarşı..Sarıyer sahili en büyük özlemim olmuştu izbe Balıkesir'de.
Yıllar önce İstanbul-Madrid seferi söz konusu olduğunda ispanyollardan ziyade uzun otobüs yolcuğuyla gidilen İstanbul heyecanlandırıyordu beni.

Daha öncesi evveliyatı nasıldır bilmem. Çocukluğumda Bahariye caddesinde anılarım olmadı veya ilk biramı Beyoğlu'nun arka sokaklarında içmedim ben. Hamburgeri, çiğköfteyi, bayıldığım kokereci de ilk oralarda yemedim ne yazık ki. Her ne kadar ilk gidişlerim öğrencilik zamanlarına denk gelse de benim için okunulan romanlara gizli öznelik yapan eski semtleriydi milad İstanbul için. Masumiyet müzesi'nin Çukurcuma'sı, Kumral ada mavi tuna'nın Kuzguncuk'u, Bit palas'ın kirli İstanbul'u.

Bayram tatilini bahane edip bu yılın 'Ne güzel şehirsin sen İstanbul' klasiğini gerçekleştirdik yine. Sevgili Amelie'ciğimle Çekmeköy'ün BİM şbnin önünde buluşmaksa tam bizi yansıtan bir durum oldu. İlk günün rehaveti ve terasta mangal yakma düşüncesinin cazibesiyle ilk gecemizi envai çeşit peynir tabağı ve majestic eşliğinde yarattığımız ev diskosunun çoşkusuyla geçirdik.
Bir önceki gecenin yorgunluğunu hem üzerinden atamayan hem de kendimizi sokakaklara atmak için sabırsızlanan gençler olarak zekeriya soframızdan silkinip kalktık ilk sabah. Oktay ve benim geç keşfettiğimiz Emirgan'a vardığımızda daracık sahil yolunun karşısındaki ara sokaklar ve yüce koruluğu sevdim en çok. Flashback yapıp son 15 günümüze baktığımda sağlam km. yapmış bireylar olarak havanında yarattığı müthiş rehavetle birlikte tarihe geçecek geyik potansiyeli yüksek diyaloglar yaşandı Amelie'yle aramızda. Ağaçtan düşen meyveler, nehirde salınan ördek ve park aşıklarına selam ederim burdan.

Emirgan dönüşü yapılan uzun yürüyüşler sonucu binilen otobüste yolculuğun bir saatten fazla sürmesiyle bu şehre kapak atan varoşa da saydırmadık değil. Zira yalnız değilmişiz, kulak misafiri olan 50'lik İstanbul hanımefendisi aynı dertlerden müzdarip kışın durumun kat be kat kötü olmasından yakındı. O değilde bunları anlatırken sağ omzundan görünen mayosunun askısı ve cümle aralarında geçen '15 yıldır her yaz boğazda yüzerim' kelamları beynime kazındı, ayrı bi saygı duydum adını bilmediğim bu taş teyzeye.

Bulanmış beyinlerimize gecikmeli olarak karnımzıın acıktığı gelmiş olacak ki Üsküdar'a indiğimizde kendimizi meşhur Kanaat lokantısına attık. Yemeklerin geçmiş lezzetlerine sahip olmadığı rivayet edilse bile bu tarihi lokantanın dekorasyonu ve karakteristik garsonları için bile uğranır derim nacizane.

Sonra Salacak sahilinde kmce uzanıp giden kilim kaplı tribünlerde uzun uzun oturarak dinlendik. Atatürk H.limanı'ndan 2 dkda bir uçak kalktığını tespit edip şaşırdık. Denize sıfır kurulan masalara oturanların, tonlarca ağırlığındaki yük gemilerinin yarattığı dalgalarla nasıl ıslandığına bakıp türlü senaryolar ürettik, güldük çocukca.

Bize şahitlik eden Kızkulesi ise yaz akşamları bambaşkaydı. Kızkulesi her mevsim, her an çok güzeldi. Kışın daha yalnız, terkedilmiş ama bir o kadar da albenisi vardı aslında. Evde otururken, yorgunken aniden Kızkulesi gelebilir insanın aklına, apar topar kalkıp Salacak sahilinde kafam kadar fincanlarda çay içmek isteyebilirdi aynı insan.

Bunun yanı sıra bir süre İstanbul'da yaşayacak olsam tereddütsüz Kadıköy'de otururdum zannımca. Esnafının diğer semt esnaflarına göre rahat ve geniş insan olduklarını düşünürüm, tıpkı kediler,tıpkı İzmir insanı gibi. Güleryüzlüdürler ayrıca. Hem her zaman taze balık bulunur bu güzel yerde, sayısız kitapçıları barındırması da cabası.
Bütün bu tespitlerimden sonra vapura binip olmazsa olmaz Karaköy tecrübesini yaşadık. Barınak tipli sıra sıra dizili şirin balıkçıları kadar en az barındırdığı turist nüfusu da masamıza konu oldu o gün..Midye cenneti insanı olarak; 7 adet midye ve kağıtla gizlenmiş kutu biralara verdiğimiz rakamsa korkuttu şahsımı Karaköy'de.

Sirkeci'den tıklım tepiş bindiğimiz tren ve klimasız uzun bekleyişlerin yarattığı hamama giren terler senaryolu esprilerimiz ise tüm yolcuları baktıracak desibelli kahkahalara ev sahipliği yaptı. Biz BalatSamatya mı kararsızlığını yaşarken Kocamustafapaşa istasyonunda atıverdik kendimizi bu yoğun buhar ortamından. Daracık sokaklarında evden eve asılı çamaşırlar, yabancı olduğumuzu anlayan cılız kediler ve roman halkının arasından yürüyerek çıktığımız Samatya meydanı ise bir sonraki gidişimde mutlaka tekrar uğrama isteği uyandırdı içimde.
Gün sonu meydandaki, plastik masa sandalyeli Küçük Ev'de yediğimiz nefis ötesi kalamar ve buz biralarımız ise en büyük mutluluk olmuştu bünyelerimizde.

Bütün bu keyifli alternatiflerden sonra benim içimde bitmek tükenmek bilmeyen Tünel-Galata-Cihangir şeytan üçgeni sevgisinin Tünel geçişli Galata turu kısmını gerçekleşirebildik. Kulealtı insanlarıyla, herkes gibi sokaklara yayılıp hiç konuşmadan avuç avuç çiğdem yiyerek dinlendik.

Ayrılık günü gelip çattığında son durak olan Kuzguncuk'a yol aldığımızda 3 küçük bavul ve de baskın sıcağın bünyemde yarattığı gerginliği atlatmama yardımcı olan terliklerimi giymemi akıl eden Oktay ve fotoğraf çekmemi isteyen Amelie'ye burdan teşekkürü borç bilirim. Semte karşı gerek romanlardan gerekse çocukluğumuzun dizisi Perihan Abla, Ekmek teknesi'den ve Can Yücel'in bir dönem buralarda nefes alıp vermesinden ötürü ayrı bir merak oluşmuştu bende. İstanbul'da hem de son derece merkezde olan Kuzguncuk, yüzyıl geçsede bozulmayacakmış hissi yarattı resmen. Evlerin bahçelerindeki eski sandıklar, yıllar öncesinden kalma demir posta kutuları ve bostan korkuluklarıysa buraya has objeler olarak kaldı zihnimde. Ek olarak köşedeki meşhur Dilim Pastanesinde yediğimiz iran kurabiyesi unutulmazdı diyebilrim.

Daha yapmadığımız bir çok aktivite, göremediğimiz yer oldu. 3-4 gün pek de yeterli olamıyor maalesef ama genelinde İstanbul'a yaraşır anılar kaldı herbirimize. Fotoğrafları ayrıca yayımlayacağım, bugün sadece yazasım geldi.

Peki bu unutulmaz, efsanevi anlara rehberlik eden insana buradan selamlar olsun mu? Olsun tabii..

Hiç yorum yok: