22 Mart 2013 Cuma

SOKAK

Lise yıllarıma değin tüm çocukluğum oyunla ve sokakta geçti diyebilirim. Bilgisayarla tanışmam 20’li yaşların başına, sokakta ilk diz kanamamsa 5.yaşıma denk gelir benim. 213 sokağın en güzel günleri Vesilehanım teyzenin evi yıkılıp apartman oluncaya kadar sürmüştü hepimiz için. 80’li yılların ortaları, televizyonda Turgut Özal’ın ve zamlarının konuşulduğu, haberlerde PKK ve Öcalan kelimelerinin daha sık duyulmaya başlandığı, bizimse tek derdimizin yağlı şekerli ekmek yiyip, ip mi atlasak, kilim üzeri ev mi kursak olduğu günlerdi bunlar. Gerçi büyüdükçe oyun çeşitleri macera ve tehlike desibeliyle şekillenmekte, dizlerdeki yaralarsa kabuk tutmadan yenilerine zemin oluşturmaktaydı. İlk zamanlar bizim mutfak penceresine kadar uzanan elektrik direğine geçirilen lastikle ip atlamak en sevdiğim şeyken, 1-2 yıl sonra en heyecan verici maceram aynı direğe 1 dakikanın altında tırmanabilmek olmuştu. Bir de ev içi ara kapılara tırmanmak vardır ki benim kuşağımda yapmayan yoktur sanırım.
 Mahalle kızları olarak biz bunların peşindeyken abimin de içlerine dahil olduğu oğlan çocukları çokça çift kale maç yapar, bazense meşe oynayıp çekirge avlamak için dağa giderlerdi. Dağ dediğime bakılmasın zira iki sokak ötede henüz apartman dikilmemiş ve bu düzene uzun yıllar direnen boş, hafif tepelik, otluk bir arsaydı sözü edilen yer. Tıpkı elektrik direğinin devasalığı gibi bu arsada küçük kızların yalnız gidemeyeceği, abilerinin de erkek erkeğe gidebilecekleri bir yer olarak gözümüzü korkutan boyutta anlatılmışlardı o günlerde bize, tabii sonra her şey değişti.
 Kısa bir dönem erkeklerin pazarda su sattığı sıcak yaz günlerinde, biz de Yeşim’le ekmek sepetlerinin içine bir gün önceden yaptığımız kurabiyeleri doldurup, utana sıkıla komşu esnafa satmaya çalışır ya da  reklam skeçleri yazıp kendi sesimizden teybe kaydederdik. Ev hayatımız çok sürmedi aklımız hep sokaktaydı çünkü. Zaman aktıkça kızlı erkekli grup olmaktan çıkıp sokak oyunlarımızı toplu icra eder hale gelmiştik. Bunda benim arkadaşlarımın abilerinin, abimin arkadaşları olmasının da büyük payı vardı aslında. Önceleri ortada sıçanla başlayan grup oyunlarımız yerini akşam yemeğinden sonra oldukça kalabalık oynadığımız saklambaçlara bırakır olmuştu. İlker abinin hayal gücü sayesinde beş katlı apartmanların kiremitlerine çıkıp ebenin bizi bulma süresini saatlere yayardık. Bazense sokağın başında bulunan süt mandırasının önünde oturup ağustos böceklerinin eşliğinde uzun uzun çiğdem çitler hem hiç bitmesin istenilen yaz günleri için üzülür hem de mandıra önü oturmalarından sıkılırdık.
 Bir Yeşim, bir de aynı apartmanda oturduğumuz kuzenimle ilgili anılarım taptaze kalmış gibi beynimde, diğerleri bölük pörçük hep. Kuzenimle yaşadıklarımız bütün çocukluğumun en hareketli kısmıydı sanırım zira ilkokul döneminde geceli gündüzlü hep bir aradaydık. Okula giderken ceplerimize doldurduğumuz ‘leblebi üzüm’ stoklarını okulun balkonuna çıkarak yoldan geçenlerin bacağına lastikle fırlatmamız, körebe oynarken ansızın kuzenin düşüp kafasını yarması ve de Nur Ap. inşaatına attığımız küçük çakıl taşlarıyla beraber benim kendimi de atarak harçlı suya gömülmem en unutulmaz anılarımızın arasındaydı.
 Yeşim ise, düzenli olarak dikiş diken hep gülümseyen annesi, evde besledikleri bol tüylü köpekleri, abimin de arkadaşları olan iki abisi, uzun saçlı sakallı fotoğrafçı babasıyla çocukluğumun en kalabalık aile tablolarından birini yaşatmıştı bana. İskandinav koltuklarda annelerimize sarılarak çekindiğimiz şortlu, yaralı dizli ama mutluluk dolu fotoğraflarımız, iri delikli tulum peyniri, kan kırmızı dilim karpuzlarla karnımızı şişirdiğimiz yaz günlerimizin anlamı bilememiştik, yaşarken. Artık epey büyümüş ve de mahalleden taşınma evresinde, son kez yad etmek için bir araya geldiğimizde, durağan bir resme dönüştük hepimiz, veda havasında.. Şimdiyse anılarımı karşılaştıramayacak kadar ayrı düştüm ikisiyle de. Dik yokuşlu 213 sokak ve bu güzel anıların başrol oyuncusu insanlar beni unutmuşlardır. Ben onları hiç unutmadım.
 İnsan, en zor çocukluk anılarını unuturmuş derdi büyükler, bize toz bulutu kadar anlamsız gelen bir bilgelikle. Çocukluğumda en uzak zaman dilimi yarınken ve en güzel şeyler sokakta yaşanırken ne anı ne de hafıza önemliydi benim için. O zamanlar değil ama şimdi düşündüğümde nedense bazı temalar birebir kişiyle özdeş kalmış beynimde. Misal; Taner abi deyince yağlı şekerli ekmek yemek, Çağlar deyince çekirge-sümüklü böcek toplamak, İlker abi deyince yokuştan aşağı anırarak bağırıp koşmak gelir aklıma. Bir de çubuklu pijaması ve beyaz atletiyle abimlere ‘topunuzu keserim ulan!’ diye bağıran amcaya, mutfak penceresinden kocaman göbeğini sarkıtıp ‘Neyi kesiyon lan sen! sabaha kadar oynayacaklar, sesini çıkartmayacaksın’ diye cevap veren babamı, arkadan sessiz tepinmelerimizle desteklediğimiz anlar aklımda.
Düşününce güzel anılarımın hepsinin mevsiminin yaz olduğunu hatırlıyorum bir de/ hiç tereddütsüz. Kışın nasıl zaman geçirilmiş, canım sıkılmış mı ya da sokağı özlemiş miyim hiç anımsamıyorum. Şu yaşıma geldim hala kışı sevmemhala aklım fikrim gezmelerde, sokaklardadır. Ya ruhum çocuk kaldı benim ya da yaşımın insanı olamadım hiç, bilinmez ki.

20 Ocak 2013 Pazar

Soğuk ve Mutlu Günlerim

Çalışmadığım günler peş peşe dizildiğinde evde oturabilenlerden olmadım hiç. Uzun bir tatilim varsa (2-3 gün) hemen en sevdiklerimi arar, mümkün olan en uzak şehre, tercihlerin en az yapıldığı sokaklara gitmek isterim. Yüksek inancım, onlarla dar zamanda görüştüğümde nefis anılarımız oluştuğu yönünde.
Geçen hafta soğuk havaya rağmen yola çıktım ve başıma şöyle şahane şeyler geldi.
1- Alan çıkışında can dostum Duygu gülümseyerek ‘Hoşgeldin, aç mısın?' dedi ve kucakladı beni. Başımla onayladım.Yeşilköy' de yediğimiz köfteden çok, ortaya gelen nefis piyaz ve de çıtır ekmek eşliğinde aralıksız konuşmalarımız, konudan konuya atlayışlarımız mutlu etmişti beni.(Yeşilköy Köftecisi, Şevketiye Mah İstasyon Cd No:33)
2- Yemek sonrası ikimizinde yıllardır görmediği, kendimizi tuzluk gibi hissettiğimiz Sevilla günlerine rehber eski dost, güzel insan A.Can'la buluştuk. Alper'le hangi coğrafya ve takvimde buluşursak buluşalım zaman ve mekansızlık hissedeceğimi tekrar anladım. Sanat Cafe'nin kıdemli garsonlarıyla girdiği üzüm suyu muhabbeti tüm gece devam etti. Küçük hediyelerin kıymeti ve daha sık görüşmek temennileriyle dönüp durdu havadaki baloncuklar.(Sanat Cafe,Balık Pazarı Nevizade Sok. No:11)
3- Tüm buluşmalarımda mahkum olduğum ve yapmaktan geri duramadığım az zamanda çok şey yaşama arzusu yine uykusuzluk faturasıyla karşımdaydı. Pişman mıydım? Asla. Yine yapar mıydım? Faturaya rağmen evet düşünceleri ve Duygu'yla taksinin arka koltuğunda enselerimize vuran sabah güneşi eşliğinde uyur uyanık yol alıyorduk. İstiklal'e vardığımızda uzun süre konuşmadan, aç midelerimizi elimize aldığımız zeytinli gevreklerle doldurup hızlı hızlı yürüdük.
- Ne yani alayım mı şimdi ben bu kitabı? 
- Bence al, hem müzeye ücretsiz girersin. 
cümleleriyle sessizlik bozulmuş ilk kitapçıdan roman alınmış, ilk tabeladan Çukurcuma'ya inilmişti. Karşılaştığımız italyanın nereyi aradığımızı sorması karşısındaki alıklığımız ve postane memurunun iki sokak ötedeki müzeyi bilmemesi yine mutlu etmişti beni. 
Yaşadığı politik olaylar, aldığı nobel ödülü umrumda olmamakla beraber bozuk türkçesi ve hastalık boyutundaki detaycılığıyla sevdiğim O.Pamuk'un, yine hastalıklı hikayesi için gittiğim Masumiyet Müzesi uzun zamandır bekleyenler listemdeydi. Beni kırmayan ve romanı henüz okumamasına rağmen içeride kaldığımız iki saati aşkın sürede etkilendiğini düşündüğüm can dostum Duygu'yla bunu yaşamak en güzeliydi benim için. (Masumiyet MüzesiFiruzağa Mahallesi, Çukurcuma Caddesi, Dalgıç Çıkmazı, No: 2)
** Haberleşmemize rağmen çıkış kapısını açıp, (müzenin de etkisiyle) sokağın sessizliğinde önce topuk sesleri sonra aynı anda gözgöze geldiğim Nalan'la 'şimdi' dediğimiz tek tek anların böyle özlem dolu olduğunu o an hissettim üzülerek. **
4-  Hayatımda önemli yeri olan bu iki insanla birlikte, Nalan'ın rehberliğinde 2013 yılının ilk tatlısını yemek için kolkola yol aldık. Geç yaşımda keşfettiğim bugüne kadar yediğim tatlılar içinde (Antep'teki hariç) en güzelini bu kez başka şubesi bulunmayan Güllüoğlu'nda sütlü nuriye yerken yine kendimi kaybettiğimi, midemde mutluluk çanları çaldığını hatırladım. (Güllüoğlu BaklavacısıMumhane Cad. No: 171 Kemankeş Mh., Karaköy)
5- Her gelişimde Galata etrafında vakit geçirdiğimizi ama bir kez olsun kuleye çıkmadığımızı, oradaki manzarının nefisliği ve de çekebileceğimiz fotoğrafların hevesi metrelerce uzayıp giden kuyruğu görmemizle son bulmuştu. Keskin ve erken kararan hava eşliğinde kuleyi de arka fona alarak herkes gibi fotoğraf çektirmek istedik. Herkesin bu konudaki beceriksiz olduğu görüşüm Duygu, Nalan ve benim defalarca denemelerimizde de başarısız oluşumuz o açıdan çekimin zor olduğuna beni inandırmış fakat tıpkı şu alttaki kare gibi bol kahkahalı anlar yaşamamıza neden olmuştu. (Galata Kulesi, Bereketzade Mh Beyoğlu)
6- İnternet cafe, eski kitapçı ve de dürümevi üçlemesini gerçekleştirmek o kısacık günlerde spontane  gelişen hikayelerimizdi. Akşamında yanımdan ayrılan Duygu'ya üzülüp yine uzunca bir vakit görmediğim Pınar'la şenlendim. İstanbul'da akan hayatın hızı ve pahallılığından dem vurup gece boyunca uzun uzun kitaplardan konuşmak fiziksel yorgunluğumu unutturmuş bu nefis insanla tanışmama vesile Nalan'a uzun uzun bakmamla ikinci geceyi de sonlandırmıştık. (Bir Buçuk Pub, Süslü Saksı Sk. İstiklal Cd No:14-18 Beyoğlu)
7-  Kendimi misafir hissetmediğim, eşyaların duruşuyla, içerisindeki hava ve de uzun zaman gitmeyince özlediğimi bildiğim nadir evlerdendir Nalan'ın evi. Tv'nin yanında duran objenin birlikte alınması veya şifonyer üstündeki takıların tanıdıklığı belki de en çok 'Şarap almıştım senin için' diyen 'Bana sıcak çikolata yapsana be!' şımarıklığıma gerçekten sevgiyle ama cevap vermeden mutfağa giden kişinin tanıdıklığıydı bu. (Nalan'ın Malikanesi, Çekmeköy,Ümraniye)
8- En çok yapmak istediğim şeylerden bir kaçını daha gerçekleştirmek üzere erken saatlerde Kuzguncuk yolunu tutmuştuk. Hem yaklaşık 1,5 yıl önce yine Nalan'la gezdiğimiz eski mahalleri görmek hem de yemek yapışını izlemek, o nefis mutfak aletlerine hayranlıkla bakmak ve de Refika Birgül'ün kendisiyle tanışmak için Simotas'a gidecektik. Aynı sokakları aynı bank ve merdivenleri tekrar görmek ilk kezmiş gibi heyecanlandırmıştı beni. Çektiğimiz bir kaç kare fotoğraftan sonra tıpkı Kuzguncuklular gibi esnaf çay ocağının önündeki tabureler oturup sabah kahvemizi içmek yine güzeldi.
Simotas girişinde binanın tarihi değeri olduğunu ancak bu kadar etkileyici olabileceğini düşünmemiş, resmen büyülenmiştim. Her türk insanı gibi insanlar ne hayatlar yaşıyor be düşünceleriyle tırmandık merdivenleri. Sanatla, el becerileri ve de hayal güçleriyle para kazanıp, yaptıkları işlerle mutlu olabilen, hayata başka pencereden bakan insanların ofisleriyle dolu bir iş merkeziydi Simotas.Tasarım atölyeleri,moda ofisleri, reklam ajansları, grafik,müzik kursları ve de Refikanın ofis-mutfaklarının bulunduğu bu apartmanda kabul edilirse yer silebilirdim. Kendisi yurt dışında olduğu için Refika'yı belki görememiştik lakin benim için baya özel olan o mutfağı ve de terası görmek tekrar boşuna yaşadığımızı hissettirdi. Ben tüm bu düşünceler içerisindeyken can dostum Nalan alttaki güzel kareleri çekti.(Refika'nın Mutfağı,Simotas Binası Bican Efendi Sok. N:10 K:3 Kuzguncuk)






9- Üsküdar iskeleden Balat'a gitmek için vapura binmiş, soğuk ve de keskin havaya rağmen kapalı ksımına bir türlü geçememiştik. Uğranılan her iskele, uzun süre görmeyince özlenecek güzellikte kız ve galata kuleleri, köprü üstü sıra sıra balık tutanlara bakmak bir an İstanbul'da son anları yaşadığmı hissettirip üzmüştü aslında beni. 
Nalan da ben de Balat'a ilk kez gidiyorduk. Duygu'nun gelişine kadar hızlıca çarşı turu atıp uzun uzun sokak isimlerine ve duvar yazılarına baktık. Eskisi yenisi her apartmanda gelenekselleşen sokağa çamaşır asma ritüellerine daldık. Yıllar evvel yahudilerin uzunca bir zaman yaşadığı şimdiyse kendi haline terk edilmiş geçmiş zamanda asılı kalmış bir semtti Balat benim için. Gerçek tarihini bilen birinden dinlemek ve de daha çok civar müze ve kilisilerini gezmek için tekrar gidilecekler arasına almıştık bile.
Duygunun gelişiyle çarşı içinde en şaşırdığımız esnaf tabelalarının fotoğrafını çekip, en beğendiğimiz cafelerin önünde poz verdik.
Molla Aşık'a çıktığımızda Duygu'nun yolda karşılaştığı bastonlu nine diyaloğunu dinleyip uzun uzun sustuk. İnsan mutlu olunca oturup  uzun uzun susmalıydı çünkü.(Molla Aşık Terası,Ayvansaray Mah Paşa Hamamı Sk No:2 Fatih) 
10- Kalan saatler azaldıkça son duraklara sığdırılacak mekan telaşına düşmeden doğruca Samatya'ya Küçük Ev'e gittik. Hayatımda yediğim en iyi kalamar, mevsimin çinekopu, hamsi tava ve de nefis salatayla erken saatte masamız şenlenmişti. O akşamki dertlerimiz herkesin sofradaki kırmızı soğandan yiyip birbirine kokmaması gibi gereksiz ve de yaza kurduğumuz tekne hayalleri gibi en elzem konular arasında gidip gelmekteydi..Arası ortası yoktu, zaman durmuş, Küçük Ev akıp gitmişti sanki. (Küçü EvSamatya Meydanı, Kuleli Cad. No:46, Samatya )

11- Gecenin son yeri olarak Küçük Beyoğlu'nda ismini maalesef hatırlayamadığım ama sahnelerini unutamadığım grubun nefis şarkılarıyla yerlerimizde sallanıp, okulu yıllar önce bitirmiş ama öğrenci olmaktan kurtulalamışlar gibi birbirimizin saçına omzuna ara ara dokunup gelene geçene güldük.(Yeşilçam Sk, Küçük  Beyoğlu)
Gecenin sabahı, günün ilk saatleri ve zamanın vedasında totalde 60 saatlik dilimde; midelerde mutluluk, gözlerde gülücük, ruhlarda huzur diyerek el salladık birbirimize.

16 Aralık 2012 Pazar

İçimizdeki Datça Sevgisi-2

Döneli 1,5 ay olmuş.
Fotoğrafların kalan kısmını yüklemek mesai döngüsüne takılan bir gecikmeydi benim için halbuki aklım, gönlüm, hayallerim hala oralarda.

..Dışına çıkıp bakınca, uç kutuplarda bir yer aslında bu coğrafya. Ya çok sevenler ya da sevemeyenler. ' Burasıda hala köy kardeşim! 'ciler veya benim gibi her sabah uyandığında Datça'ya selam çakanlar.. Arası, ortası olmayan bir yer. Sevmeyen, sevemeyenleri anlamam, bilmem mümkün değildir ayrıca. 


Mevsimlerden olmadığı kesin buraya kışın da geliyor olsam doğasına hep hayran kalacağımdır. Bu yere yakın bulutlarını, nefis çam ağaçlarını, derin uykuda yatan mavi-laci sularını özlüyüyorum hala.
Knidos Yolu Kıraathane gülleri
Knidos'ta Günbatımı

Palamutbükü dönüş yolundayız.. Köylere, koylara gire çıka telaşsız yol alıyoruz üstteki karelerde. 
Tüm bu doğa varlıklarının yanında Reşadiye köyünde, üstteki gibi muhteşem malikaneler de yok değil. Daracık köy yollarının içinden geçip karşımıza böyle bir yapının çıkması, bunlar gibi bir çok yatırımın olması baya ilginçti benim için. 
Son durak Kızlan Köyü Değirmenleri
ve arkasından uzun uzun baktığım son Datça'lı kadın
..Şimdi, bazen yıllar sonra asla unutulmayacak yaşanan anlar vardır insan hayatında. Yaşarken değil de unutulmayacağını sonradan anladığımız anlar. Bir nefes alma uzunluğunda, yemek arasında içilen su süresinde, her gün gördüğün biriyle aniden göz göze gelme kısalığında..
Her ‘güneye inişimizde’ ben bu anları topladığımı hissettim bu kareyi çektiğimde..Ve inandım bir gün Datça'lı bir kadın olacağıma.

12 Kasım 2012 Pazartesi

İçimizdeki Datça Sevgisi-1


Doğma büyüme bir İzmirli olarak Muğla ve ilçelerinin gönlümdeki yeri ayrıdır 15220.söyleyişime hoşgeldiniz. Buralara Muğla'nın onlarca yerini yazabilirim, yazacağım hatta, zamanla.
Üşümeme sebep çiy ve sis durumları..ardından açan nefis gökyüzü
Yılın son büyük tatili nedeniyle Ybrli ikinci uzun yol startını vermişik.Takribi 350 kmlik mesafede ilk mola yeri Çine'ydi. 2 saat non-stop gidilen yolun sonunda hayatımın top 3üne girecek şekilde 20 dk kesintisiz titredim resmen.Azer bülbülü rahmetle andık böylelikle.  
 Yol boyunca önceki duraklara ve anılara sebep olanları yad etmek için fotoğraf çekilmek gibi düşüncem vardı. İkinci mola yeri..Aylar önce kadim dostla aynı meydanda bu kez yalnız verilen aynı poz. 
19 Mayıs Gençlik Meydanı/ Marmaris 

Eski Marmaris

Her daim ayrı yeri olan canım Çubucak


Çubucak-Ekim'12
Datça merkezde kalmak gibi bir niyetimiz olmamasına rağmen ilk günün sonunda indiren yağmur mecburi konaklamamıza sebep oldu.
Meşhur 'Datça'yı dolaşalım serapta buluşalım' duvarı
Ertesi gün tüm korkularımızı yenen açan güneş ve nefis sabah.
Datça Merkez
Her sabah yüzdüğüne inandığım adam
25 Ekim'12 08:30
Eski Datça Renkleri
Şiirleri, sokağı, bahçesiyle C.YÜCEL
Masallardan kalma Eski Datça evleri
Dön dolaş yine CAN Baba

Datça Merkezi geri de bırakarak yola devam ediyoruz. Varış noktamız Palamutbük’ü, haritamız üsteki gibiydi.


Mesudiye'nin bol virajlı yolları

Ovabükü'12-Ekim

Bilen bilir doğaya olan sevgimi, o kadar çoktur ki onun bir parçası olamadığım için üzülecek kadar çoktur hatta. Mesudiye köy yolundayız. Oktay, ben ve Ybrden başkası olmayan güzergahta mıcır, bol viraj ve tarifsiz doğa ayaklarımızın altında. Yol boyunca ara ara kapanan gözler, açılan vizör, yüzüme vuran rüzgarı sevip, pırıl pırıl koyları ve ağaçları izlemekti en güzel hediye. Her koyda durup yüzmemek için zor durdum bir de.


 Mesudiye Köy Yolu
Palamut yolu heyecan dolu
Palamutbükü'12 Ekim
7-8 yıl önce gittiğim Datça ile şimdiki Datça arasında onlarca fark vardı. Ne Datça hazırdı bana ne de o zamanki ben doğayı bu kadar sevebilirdim aslında.Bu kendi halindeki belde, yeni yerlerde beklentimi sıfıra indirme çabalarımı yerle bir etti hatta.Datça'ya dair okuduğum tüm güzel yorumları neredeyse birebir gördüm diyebilirim.




Palamutbükü'12 Ekim
Yakaköy'12 Ekim
Palamutbükü'12 Ekim

Devam Edecek..

12 Eylül 2012 Çarşamba

Güneydir benim diğer adım

Benim içimde yıllardır bitip tükenmeyen bir Muğla sevgisi vardır. Öyle böyle bi sevgi değil bu. Marmaris’ten Yeniköy’e, Datça’dan Yerkesik’e, Ören’den Çubucak’a, Bozburun’ dan Fethiye’ ye, Dalaman’dan Doğanköy’e, Çökertme, Milas, Bodrum ve adını sayamadığım görüp görmediğim her köşesini severim Muğla’nın. Muğlalıları da, benim gibi Muğlalı olmayıp gönül verenleri de severim.
Ben nasıl tutkuyla bağlıysam Muğla’ya, Oktay’ın da sonsuz bir motor sevgisi vardı hep içinde. Uzunca bir süredir ertelediği ve bu konuda yaptığı detaylı araştırmalar sonucu 10 gün önce atılganına kavuştu sevinçle. Biraz tedirgin ve fakat son derece hevesli 3 günlük iznimi fırsat bilip, ilk uzun yolculuğumuza çıkmaya karar verdik geçen Cuma.
Yola çıkmak; hele ki güneye inmek asla doyamayacağım, ‘aman yoruldum, bu seferde evde kalalım ya da bugün olmaz yarına erteleyelim’ demeyeceğim bir olgudur benim için.. Bugün de 70’ imi de geldiğimde de değişmeyecektir bilirim.
Sabah 6 sularında uyanıp, küçük bir kahvaltı ve yurdum kanallarından hızlıca hava durumu kontrolü yaptıktan sonra arka bahçedeki YBRimizi doldurup ÖZGÜNEV kediciklerinin uğurlamasıyla 06:50’ de startı verdik yol için.. Bu sefer rotamız Göcek, mola sayısı esnek, mesafe 300 km idi.


















Yola çıkmadan önce okunan onlarca forum ve blogdaki öneriler yol aldıktan sonra kişinin kendi tecrübelerini yerini bırakır olurmuş onu anladım.
Misal;
- Yol ne kadar az, zaman ne kadar geniş gibi görünse de ort 75-80 dk da bir mola vermenin önemi..özellike oturak yeri sorunları yaşamanıza engel olması gibi,
- Sabahın erken saatlerinde tşort üstü yazlık moto-montla eylülün ilk haftası bile güneye inenlerin tirtir titrememesi için uygun giynilmesi,
- Sonra ekipmanın sağlam olması, güvenlik için asla şortla yol almamak, seyir halindeyken vizörün kapalı olması,
- Bir de benim min. dediğim yol boyunca max. a döndüğü hissettiğim alınan kıyafet sayısı.(bikini, şort , t-şort, d. fırçası,şampuan, terlik, havlu, uzun kollu yeterlidir her daim)

İlk mola. Kısa ve ihtiyaca yönelik, yola devam edeceğiz az sonra.



















Benim aklımda bir sonraki molanın kurguları geçmeye başlıyor sıcak börek ve kan kırmızı çayla. Böreğin yanına bir de boyoz sıkıştırıveriyoruz yumurtasız  bu sefer ama


Benzinlik molası, Çine kahvaltısı derken giriveriyoruz canım Muğla'ya ve ilk ritüelimiz olacak mavi tabelalı kareyi ekliyorum arşive.









Durmadan devam edilen yolda Gökova kavşağı ve biz.

Önceden hedefi koymamış olsak seçim için en zor ayrımlardan biriydi bu bence. Köyceğiz, Antalya, Marmaris, Fethiye, Datça sapağı..biz soldan devam ediyoruz rotaya.

Ve Oktay'ın kendini serin sulara bıraktığı ismi maalesef belleklerden giden, serin sulu Muğla köyü














Bu da biz ona bakmazsak o bizi hiç taşımaz söylemleriyle YBR sulayan adam fotosu. 
Hem aç karınları şenlendirmek hem de Köyceğiz'i görme meraklarıyla dalıyoruz beldeye..bizi çıtırsıyla hamsi tava buyur ediyor lezizce.

Dalaman demek varışa süper az kaldı demekti bizim için.
En sinsi tabela bizi yoldan çıkarmak için mavice göz kırpan, kanmadık ona.





Ve güzel Göcek'e varış anı..





Varlık demek,60 yaş üstü beyfendilerin kırmızı ayakkabı giymesi, hanımlarında gösterişli şapka takmasıymış anladık.

Sahibinin akıcı fransızcası, Oktayın önündeki nefis pideyi yapan Göcek Pide salonu Güveçte kuru fasulye ve kiremit köftesiyle de gönlümüzde taht kurdu.

Geçirdiğim bu 3 gün Muğla’ da yaşadığımız ve yaşayacağımız yüzlerce mükemmel günden sadece bir kaçıdır bizim için belki de en güzelleridir? Kim bilebilir.